Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem
Köşe Yazarı
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem
 

UNUTAMADIĞIM

Bugünkü yazımda sizlerle edebiyatçı bir arkadaşımın facebookta paylaştığı bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Anlatacağım  hikâye yasanmış gerçek bir hikâyedir. "Küçükken annem anlatırdı sevdiğine kavuşamadığı için bir daha kimseyi sevmeyenlerin hikâyelerini, hiç evlenmeyenlerin, evlense de mutsuz bir ömür sürenlerin. Bahse konu kişilerin bazılarını şahsen ben de tanırdım. Bazıları ise kulaktan kulağa yayılan hikâyelerdi. Yine annem: ‘’Oğlum aşk vuslata erene kadar.’’ derdi. ‘’Sen sevdiğine kavuşup aşkla yanıp tutuşan gördün mü hiç, sen sevdiğine kavuşup mecnun olan gördün mü?" Anlayamazdım; yanındayken daha çok sevmen gerekmez mi, ruhunun ateşinin harlanması gerekmez mi? Gençlik yıllarımdı. Büyük bir merakla dinlerdim annemi. Babam ben daha doğmadan ölmüş. Annem daha yirmi birinde yalnız kalmış. Bir daha da evlenmemiş. Geceleri odasından gelen ağlama sesleri dışında babamdan bahsettiğini hiç hatırlamam. Diğer insanlarda görmesem insanların babasız doğduğuna bile inanabilirdim. O derece babamın yokluğunu htirmedi bana. Babam ben doğmadan ölünce ismimi de babamdan almışım: Hasan Tahsin. Babamın yokluğunun yıkıcı etkilerini ilk htiğim zaman; sevdiğim kızı istemeye gittiğimiz zamandı. Nimet’in babası başından beri karşıydı ilişkimize, nedenini ise bilmiyordum. Yine de annemle Nimet’i istemeye gittik. Babasının aldığım çiçek ve çikolatayı üzerime fırlatması, kravatımdan tutup beni kapıya doğru çekiştirmesi, Nimet’in ağlayarak babasının ayağına sarılması son hatırladığım görüntüler oldu. Ha birde bir cümle asılı kaldı zihnimin duvarlarında: ‘’O adamın oğluna kız falan yok.’’ O gece daha önce hiç ağlamadığım kadar ağladım. Neredesin baba; hadi çık gel dikil şu adamın karşısına, siper et göğsünü bana, haykır o adama karşı: ‘’Hangi adamın oğlu?’’ diye sor. Nimet’i çok sevdim. Ben bu hayatta annemden sonra en çok Nimet’i sevdim. Herkesin bana uzak durduğu hayatım boyunca o hep bana yaklaştı. Babasının yüzünde bıraktığı izlere, gönlünde bıraktığı acılara rağmen o beni bırakmadı. Kaçalım dedim Nimet’e, gel gidelim buralardan. Kimsenin bizi tanımadığı uzak yerlere gidelim. Biz küçük dünyamızda büyük aşkımızı yaşayalım. Biz kaçıp gidemeden babası Nimet’i kaçırdı gitti. Bir gün ansızın gittiler. Ne bir haber, ne bir adres, mahalle bakkalına bırakılan buruşmuş bir parça kâğıt sadece: ‘’Seni hep seveceğim Hasan Tahsin.’’ O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayat bana sakladığı sürprizlerini birer birer yüzüme çarpmaya başladı. Çok aradım Nimet’i, günler, aylar, yıllar derken bulamadım. Sonraları da kendim kayboldum; kendimi de bulamadım. Anneme ‘’Sevmek mi daha güzel, yoksa sevilmek mi?’’ diye sorardım sık sık. Annem ise: ‘’Fuzuli vermiş oğlum bu sorunun cevabını, sevmek demiş. Sevdiğinden emin olursun ama sevildiğinden olamazsın.’’ Derdi. ‘’Peki, Nimet de beni hep sever mi anne?’’ dediğimde ‘’Bak oğlum daha yaşın genç, acını anlıyorum. Ama gün gelecek unutacaksın. Başkaları çıkacak karşına, evleneceksin, çocukların olacak.’’ Derdi. Sevmedim kimseyi, sevemedim… Evlenmedim… ‘’İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez…’’ der Yaşar Kemal. Yıllar yılları kovaladı. Dünyaya gelişimin kırkıncı yıl dönümünde emanet ettim annemi Allah’a. Cansız bedenini toprağa, ölümsüz ruhunu semaya yolcu ettim. Bana anne, baba, kardeş, eş olan insan da çekti gitti bu fani dünyadan. Sonrası ise üzerime çullanan yalnızlık… Nimet’in gidişiyle sarsılan hayatım, annemin gidişiyle yerle bir oldu. O zamanlar öğrendim Nimet’in babasının neden ilişkimize karşı olduğunu. O zamanlar öğrendim anne dediğim insanın geceleri akıttığı gözyaşlarının sebebini... O zamanlar öğrendim ki kırk yıl anne dediğim insan aslında öz teyzemmiş. Babam ben doğmadan öldüyse, beni de teyzem büyüttüyse annem nerede? Ben henüz üç aylık iken olmuş olanlar. Babam denilen adam önce annemi öldürmüş, sonra dedem ve ananemi, en sonunda da kendi kafasına sıkmış. Nedenini hiçbir zaman öğrenemedim. Zavallı teyzem de tüm ömrünü bana adamış. Yalanlar söylemiş yıllarca. Şimdi yattığı topraktan çıkarabilsem onu, sarılabilsem, teyzem desem… Annem desem koklayarak… Sen ne büyük bir kadınmışsın desem. Yok yok kalkmasın, hatırlamasın o günleri. Yaradan'ın ona açtığı cennet penceresinden döndürmesin başını. Huzur içinde uyusun. Benim adım Hasan Tahsin. Şimdi yaşım altmış yedi. Beyaz mermerden yapılma bir mezarın önünde durmaktayım. Son on iki yıldır her hafta gelip durduğum gibi. Mezar taşında bir isim yazmakta: Nimet Çetin! İki avucum semaya dönük sormaktayım: ‘’Nimet, ben seni hep sevdim. Peki, sen sevdin mi kara toprağa düşene kadar beni?’’ Arkamdan gelen bir sesle irkildim: ‘’Merhaba amca. Tanır mıydın annemi?’’ ‘’Yıllar önce mahalle komşumuzdu, annemin mezarını ziyarete geldim. Geçerken de Nimet Hanım’a bir Fatiha okuyayım dedim. Sen oğlu musun?’’ ‘’Ziyaret etmekle iyi etmişsin, teşekkür ederim. Evet, ben oğluyum.’’ ‘’Peki, evladım memnun oldum. Müsaadenle ben gideyim. Adın ne bu arada?’’ ‘’Adım Hasan! Hasan Tahsin…  "Amca! İyi misin?’’ ‘’Bak! Görüyor musun evlat? Mezarın başucundaki çınar ağacından iki beyaz güvercin havalandı. Semaya doğru uçuyorlar.’’ ‘’Hayır! Göremedim amca. Sizin adınız neydi?’’ ‘’Benim adım… Benim adım... Mecnun!’’ Aşk anlıyor musun?.
Ekleme Tarihi: 04 Kasım 2019 - Pazartesi
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem

UNUTAMADIĞIM

Bugünkü yazımda sizlerle edebiyatçı bir arkadaşımın facebookta paylaştığı bir hikâyeyi anlatmak istiyorum. Anlatacağım  hikâye yasanmış gerçek bir hikâyedir.

"Küçükken annem anlatırdı sevdiğine kavuşamadığı için bir daha kimseyi sevmeyenlerin hikâyelerini, hiç evlenmeyenlerin, evlense de mutsuz bir ömür sürenlerin. Bahse konu kişilerin bazılarını şahsen ben de tanırdım. Bazıları ise kulaktan kulağa yayılan hikâyelerdi.

Yine annem: ‘’Oğlum aşk vuslata erene kadar.’’ derdi. ‘’Sen sevdiğine kavuşup aşkla yanıp tutuşan gördün mü hiç, sen sevdiğine kavuşup mecnun olan gördün mü?" Anlayamazdım; yanındayken daha çok sevmen gerekmez mi, ruhunun ateşinin harlanması gerekmez mi?

Gençlik yıllarımdı. Büyük bir merakla dinlerdim annemi. Babam ben daha doğmadan ölmüş. Annem daha yirmi birinde yalnız kalmış. Bir daha da evlenmemiş. Geceleri odasından gelen ağlama sesleri dışında babamdan bahsettiğini hiç hatırlamam. Diğer insanlarda görmesem insanların babasız doğduğuna bile inanabilirdim. O derece babamın yokluğunu htirmedi bana. Babam ben doğmadan ölünce ismimi de babamdan almışım: Hasan Tahsin.

Babamın yokluğunun yıkıcı etkilerini ilk htiğim zaman; sevdiğim kızı istemeye gittiğimiz zamandı. Nimet’in babası başından beri karşıydı ilişkimize, nedenini ise bilmiyordum. Yine de annemle Nimet’i istemeye gittik. Babasının aldığım çiçek ve çikolatayı üzerime fırlatması, kravatımdan tutup beni kapıya doğru çekiştirmesi, Nimet’in ağlayarak babasının ayağına sarılması son hatırladığım görüntüler oldu. Ha birde bir cümle asılı kaldı zihnimin duvarlarında: ‘’O adamın oğluna kız falan yok.’’ O gece daha önce hiç ağlamadığım kadar ağladım. Neredesin baba; hadi çık gel dikil şu adamın karşısına, siper et göğsünü bana, haykır o adama karşı: ‘’Hangi adamın oğlu?’’ diye sor.

Nimet’i çok sevdim. Ben bu hayatta annemden sonra en çok Nimet’i sevdim. Herkesin bana uzak durduğu hayatım boyunca o hep bana yaklaştı. Babasının yüzünde bıraktığı izlere, gönlünde bıraktığı acılara rağmen o beni bırakmadı. Kaçalım dedim Nimet’e, gel gidelim buralardan. Kimsenin bizi tanımadığı uzak yerlere gidelim. Biz küçük dünyamızda büyük aşkımızı yaşayalım.

Biz kaçıp gidemeden babası Nimet’i kaçırdı gitti. Bir gün ansızın gittiler. Ne bir haber, ne bir adres, mahalle bakkalına bırakılan buruşmuş bir parça kâğıt sadece: ‘’Seni hep seveceğim Hasan Tahsin.’’

O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayat bana sakladığı sürprizlerini birer birer yüzüme çarpmaya başladı. Çok aradım Nimet’i, günler, aylar, yıllar derken bulamadım. Sonraları da kendim kayboldum; kendimi de bulamadım.

Anneme ‘’Sevmek mi daha güzel, yoksa sevilmek mi?’’ diye sorardım sık sık. Annem ise: ‘’Fuzuli vermiş oğlum bu sorunun cevabını, sevmek demiş. Sevdiğinden emin olursun ama sevildiğinden olamazsın.’’ Derdi. ‘’Peki, Nimet de beni hep sever mi anne?’’ dediğimde ‘’Bak oğlum daha yaşın genç, acını anlıyorum. Ama gün gelecek unutacaksın. Başkaları çıkacak karşına, evleneceksin, çocukların olacak.’’ Derdi.

Sevmedim kimseyi, sevemedim… Evlenmedim… ‘’İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez…’’ der Yaşar Kemal.

Yıllar yılları kovaladı. Dünyaya gelişimin kırkıncı yıl dönümünde emanet ettim annemi Allah’a. Cansız bedenini toprağa, ölümsüz ruhunu semaya yolcu ettim. Bana anne, baba, kardeş, eş olan insan da çekti gitti bu fani dünyadan. Sonrası ise üzerime çullanan yalnızlık…

Nimet’in gidişiyle sarsılan hayatım, annemin gidişiyle yerle bir oldu. O zamanlar öğrendim Nimet’in babasının neden ilişkimize karşı olduğunu. O zamanlar öğrendim anne dediğim insanın geceleri akıttığı gözyaşlarının sebebini...

O zamanlar öğrendim ki kırk yıl anne dediğim insan aslında öz teyzemmiş. Babam ben doğmadan öldüyse, beni de teyzem büyüttüyse annem nerede?

Ben henüz üç aylık iken olmuş olanlar. Babam denilen adam önce annemi öldürmüş, sonra dedem ve ananemi, en sonunda da kendi kafasına sıkmış. Nedenini hiçbir zaman öğrenemedim.

Zavallı teyzem de tüm ömrünü bana adamış. Yalanlar söylemiş yıllarca. Şimdi yattığı topraktan çıkarabilsem onu, sarılabilsem, teyzem desem… Annem desem koklayarak… Sen ne büyük bir kadınmışsın desem. Yok yok kalkmasın, hatırlamasın o günleri. Yaradan'ın ona açtığı cennet penceresinden döndürmesin başını. Huzur içinde uyusun.

Benim adım Hasan Tahsin. Şimdi yaşım altmış yedi. Beyaz mermerden yapılma bir mezarın önünde durmaktayım. Son on iki yıldır her hafta gelip durduğum gibi. Mezar taşında bir isim yazmakta: Nimet Çetin! İki avucum semaya dönük sormaktayım: ‘’Nimet, ben seni hep sevdim. Peki, sen sevdin mi kara toprağa düşene kadar beni?’’

Arkamdan gelen bir sesle irkildim:

‘’Merhaba amca. Tanır mıydın annemi?’’

‘’Yıllar önce mahalle komşumuzdu, annemin mezarını ziyarete geldim. Geçerken de Nimet Hanım’a bir Fatiha okuyayım dedim. Sen oğlu musun?’’

‘’Ziyaret etmekle iyi etmişsin, teşekkür ederim. Evet, ben oğluyum.’’

‘’Peki, evladım memnun oldum. Müsaadenle ben gideyim. Adın ne bu arada?’’

‘’Adım Hasan! Hasan Tahsin… 

"Amca! İyi misin?’’

‘’Bak! Görüyor musun evlat? Mezarın başucundaki çınar ağacından iki beyaz güvercin havalandı. Semaya doğru uçuyorlar.’’

‘’Hayır! Göremedim amca. Sizin adınız neydi?’’

‘’Benim adım… Benim adım... Mecnun!’’

Aşk anlıyor musun?.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve dorukmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.