Ücretsiz xml site haritası oluşturucu
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem
Köşe Yazarı
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem
 

Cebimde İki Mendil

İlkokul birinci sınıfa başladığım ilk günlerde, ön sıralarda, tek başına oturan bir çocuk dikkatimi çekmişti. Yanımdaki kıza, onun  neden böyle yalnız oturduğunu sorunca, kız da bana  " Ha o sümüklü mü? Onun sürekli burnu akıyor diye kimse onunla oturmak istemiyor." demişti. Birkaç gün sonra, öğretmenimiz sınıftaki oturma düzenimizi ayarlarken, bahsettiğim bu çocuğa bir arkadaş bulmaya çalıştıysa da, kimse buna yanaşmadı. En sonunda ben parmağımı kaldırıp, istekli olduğumu söyledim. Sümüklü çocuk bu işe çok sevindi ve ben o günden sonra siyah önlüğümün cebinde hep iki mendil taşımaya başladım. Biri benim, diğeri de sümüklü arkadaşım içindi. Sümüğünün aktığını fark etmediği zamanlarda, ben, cebimden mendilimi çıkarıp, kimselere belli etmeden, arkadaşımın burnunu silerdim. Derken, bir gün, sümüklü arkadaşım ikinci sınıfa geçtiğimiz yıl, babasının işleri yüzünden mahalleden taşınmak zorunda kaldı. Sonra aradan yıllar geçti, bir birbirimizi hiç görmedik ama nasıl olduysa, o adını bile unuttuğum güzel kalpli ve sümüklü çocukluk arkadaşım, gelip beni bir imza gününde buldu ve kendini tanıttı. Çok şaşırdım ama o kadar da mutlu oldum. Sarıldık, epey bir sohbet ettik. Uzun zaman önce Amerika'ya yerleşmiş, evlenmiş, çocukları da varmış, arada sırada İstanbul'a gelirmiş... Sohbetin ortasında durdu ve "Artık sümüğüm akmıyor Tamer. Ben de ne yapayım, oğlumun burnunu siliyorum''dedi. Kahkahalarla güldük. Bir ara sustu ve buğulu gözlerle bana baktı. "Ben.. Ben neleri neleri unuttum da, senin o burnumu silmelerini unutmadım.'' dedi. Ortamı dağıtmak için lafı gırgıra vurdum. ''N'olcak lan dedim? Şimdi aksa, yine silerim..." Lafımı kesti "Öyle deme dostum. Ben o zamanlar söyleyemezdim ama kimse benim yanıma oturmuyor diye çok üzülürdüm, okula gelmek istemezdim. Aynada sümüklü halimle karşılaştığımda kendimden tiksinirdim. Kendi kendime, seni kimse sevmiyor, sen pis bir çocuksun derdim ama sonra sen bana öyle sıcak davranınca, ne bileyim işte... Akan sümüğüme rağmen sevildiğimi anladım... Evet beni de seven vardı. Yaşasınnn..." Sigarasından derin bir nefes aldı ve devam etti. "...Ve ben eğer daha sonra Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birini bitirdiysem, bu, burnumu silen mendilin ve o mendili tutan elin sayesindedir... Şimdi, dönüp dönüp, çocuklarıma bizim bu mendil hikâyemizi anlatıyorum. Diyorum ki, 'Kimseyi kimseden ayırmayın. Düşeni, yalnızı, garibanı elinden tutun kaldırın yerden. Diplomalarınız sizi insan etmeye yetmez. İnsanlığın diploması vicdandır.' diyorum." Bu kez de benim gözlerim dumanlandı. Bir şey diyemedim. Sustum. Akşam oldu, imza gününe gelenler dağıldı. O da çantası alıp, kalktı ve veda etmeden önce, cebinden iki mendil çıkardı. "Bak" dedi "Ben de artık senin gibi yanımda iki mendil taşıyorum. Ne olur ne olmaz!" Elinde tuttuğu mendillere dokundum ve çocukluğumun o siyah önlük, beyaz yakalıklı günlerine gidiverdim. Ömür dediğimiz sadece bir masal. "Bir varmışşş... Bir yokmuşşş..." Geriye dönüp bakıyoruz da, ne çabuk geçti bir hayat böyle. Hani büyümeyecektik. Hani kirlenmeyecektik, bozulmayacaktık, çürümeyecektik. Hani dünyayı kurtaracaktık, yeryüzünü rengarenk çiçeklerle donatıp, hep bir ağızdan barış şarkıları söyleyecektik. Şimdi elimizde kurtaramadığımız sevgisiz, paylaşımsız, vicdansız ve sefil bir hayattan başka ne var? Çocukluğumda, kapılar kilitlenmezdi hiç. Camlar sonuna kadar açık. Evlerden lavanta ve sevgi kokusu yayılırdı sokaklara. İnsan kazara bardak kırardı, cam kırardı, bir bibloyu, bir vazoyu ya da ne bileyim bir tabağı kırardı ama kolay kolay kırmazdı birinin gönlünü. Gönül eşyadan değerliydi o vakitler. Komşular vardı, kardeşten, akrabadan, bazen anneden ve babadan daha yakın. Komşular vardı, bir acıda, bir hüzün ya da bir yalnızlıkta sığınılacak limanlar gibi. Komşular vardı, bizim gibi yoksul, bizim gibi çilekeş, bizim gibi güneş batımında, balkonlara oturup,  gözyaşı damlatan. Çocuklar vardı, sokaklarda oyunlar oynayan, yolda buldukları kediyi, köpeği ceketinin içinde saklayıp, eve getiren, düşler kuran, hediye verilen bir çikolataya, şekere, kitaba sevinen, sevilen ve severken kırıp dökmekten korkan. Oysa insan yaşattığı kadar yaşamıştır ve bir ihtiyaç sahibine, ihtiyara, fakire fukaraya, zorda kalana el uzattıkça, şu dünyada var olmuştur.  Hele de şu sosyal medya icat olunduğundan beri, insanların içinde birbirinden beter, birbirinden vahşi, gözünü kan bürümüş yaratıklar çıkmaya başladı. Önlerine geleni linç ediyorlar, engellilerin, ihtiyarların, çoluk çocuğun fotoğraflarını, videolarını paylaşıp, onlarla dalga geçiyorlar. Gün geçmiyor ki, bir sanatçı, bir politikacı, edebiyatçı, akademisyen ve onların aileleri linç edilmesin. Kepazelik üstüne kepazelik, rezillik üstüne rezillik. Kamerayı görünce soyununlar, çocuklarını oynatıp, para kazananlar, mekânlarına gelen müşterilerine yapmadıkları şaklabanlık kalmayan esnaf, şiddet görüntüleri, dövülen, sövülen, kovulan sokak hayvanları, öldürülen kadınlar, tacize uğrayan çocuklar, paylaşılan gizli videolar, et pazarı, çürümüşlük görüntüleri... Bilmiyorum, bize ne oldu böyle ama sanırım, Bilinç'in Bi'si öldü, geriye sadece Linç kaldı! O günler geçip gitse de, etrafımızda sayısız kötülükler ve çirkinlikler yaşansa da, sizler onlara benzemeyin. Çünkü dünyanın iyi ve güzel insanlara, yani, sizlere ihtiyacı var.  Ve siz siz olun, lütfen, yanınızda hep iki mendil bulundurun. Mutlaka bir gün sizin de karşınıza, burnunu ya da gözünü sileceğiniz biri çıkar. Kimbilir? *** Özünüze rast gelesiniz. Sevgiyle...
Ekleme Tarihi: 15 Ekim 2025 -Çarşamba
Av. M. Sabit ÖZDOĞLAR - Gözlem

Cebimde İki Mendil

İlkokul birinci sınıfa başladığım ilk günlerde, ön sıralarda, tek başına oturan bir çocuk dikkatimi çekmişti. Yanımdaki kıza, onun  neden böyle yalnız oturduğunu sorunca, kız da bana  " Ha o sümüklü mü? Onun sürekli burnu akıyor diye kimse onunla oturmak istemiyor." demişti.

Birkaç gün sonra, öğretmenimiz sınıftaki oturma düzenimizi ayarlarken, bahsettiğim bu çocuğa bir arkadaş bulmaya çalıştıysa da, kimse buna yanaşmadı. En sonunda ben parmağımı kaldırıp, istekli olduğumu söyledim. Sümüklü çocuk bu işe çok sevindi ve ben o günden sonra siyah önlüğümün cebinde hep iki mendil taşımaya başladım. Biri benim, diğeri de sümüklü arkadaşım içindi.

Sümüğünün aktığını fark etmediği zamanlarda, ben, cebimden mendilimi çıkarıp, kimselere belli etmeden, arkadaşımın burnunu silerdim. Derken, bir gün, sümüklü arkadaşım ikinci sınıfa geçtiğimiz yıl, babasının işleri yüzünden mahalleden taşınmak zorunda kaldı.

Sonra aradan yıllar geçti, bir birbirimizi hiç görmedik ama nasıl olduysa, o adını bile unuttuğum güzel kalpli ve sümüklü çocukluk arkadaşım, gelip beni bir imza gününde buldu ve kendini tanıttı.

Çok şaşırdım ama o kadar da mutlu oldum.

Sarıldık, epey bir sohbet ettik. Uzun zaman önce Amerika'ya yerleşmiş, evlenmiş, çocukları da varmış, arada sırada İstanbul'a gelirmiş...

Sohbetin ortasında durdu ve "Artık sümüğüm akmıyor Tamer. Ben de ne yapayım, oğlumun burnunu siliyorum''dedi. Kahkahalarla güldük.

Bir ara sustu ve buğulu gözlerle bana baktı.

"Ben.. Ben neleri neleri unuttum da, senin o burnumu silmelerini unutmadım.'' dedi.

Ortamı dağıtmak için lafı gırgıra vurdum.

''N'olcak lan dedim? Şimdi aksa, yine silerim..."

Lafımı kesti

"Öyle deme dostum. Ben o zamanlar söyleyemezdim ama kimse benim yanıma oturmuyor diye çok üzülürdüm, okula gelmek istemezdim. Aynada sümüklü halimle karşılaştığımda kendimden tiksinirdim. Kendi kendime, seni kimse sevmiyor, sen pis bir çocuksun derdim ama sonra sen bana öyle sıcak davranınca, ne bileyim işte... Akan sümüğüme rağmen sevildiğimi anladım... Evet beni de seven vardı. Yaşasınnn..."

Sigarasından derin bir nefes aldı ve devam etti.

"...Ve ben eğer daha sonra Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birini bitirdiysem, bu, burnumu silen mendilin ve o mendili tutan elin sayesindedir... Şimdi, dönüp dönüp, çocuklarıma bizim bu mendil hikâyemizi anlatıyorum. Diyorum ki, 'Kimseyi kimseden ayırmayın. Düşeni, yalnızı, garibanı elinden tutun kaldırın yerden. Diplomalarınız sizi insan etmeye yetmez. İnsanlığın diploması vicdandır.' diyorum."

Bu kez de benim gözlerim dumanlandı.

Bir şey diyemedim. Sustum.

Akşam oldu, imza gününe gelenler dağıldı. O da çantası alıp, kalktı ve veda etmeden önce, cebinden iki mendil çıkardı.

"Bak" dedi "Ben de artık senin gibi yanımda iki mendil taşıyorum. Ne olur ne olmaz!"

Elinde tuttuğu mendillere dokundum ve çocukluğumun o siyah önlük, beyaz yakalıklı günlerine gidiverdim.

Ömür dediğimiz sadece bir masal.

"Bir varmışşş... Bir yokmuşşş..."

Geriye dönüp bakıyoruz da, ne çabuk geçti bir hayat böyle.

Hani büyümeyecektik. Hani kirlenmeyecektik, bozulmayacaktık, çürümeyecektik. Hani dünyayı kurtaracaktık, yeryüzünü rengarenk çiçeklerle donatıp, hep bir ağızdan barış şarkıları söyleyecektik. Şimdi elimizde kurtaramadığımız sevgisiz, paylaşımsız, vicdansız ve sefil bir hayattan başka ne var?

Çocukluğumda, kapılar kilitlenmezdi hiç.

Camlar sonuna kadar açık.

Evlerden lavanta ve sevgi kokusu yayılırdı sokaklara.

İnsan kazara bardak kırardı, cam kırardı, bir bibloyu, bir vazoyu ya da ne bileyim bir tabağı kırardı ama kolay kolay kırmazdı birinin gönlünü.

Gönül eşyadan değerliydi o vakitler.

Komşular vardı, kardeşten, akrabadan, bazen anneden ve babadan daha yakın. Komşular vardı, bir acıda, bir hüzün ya da bir yalnızlıkta sığınılacak limanlar gibi. Komşular vardı, bizim gibi yoksul, bizim gibi çilekeş, bizim gibi güneş batımında, balkonlara oturup,  gözyaşı damlatan.

Çocuklar vardı, sokaklarda oyunlar oynayan, yolda buldukları kediyi, köpeği ceketinin içinde saklayıp, eve getiren, düşler kuran, hediye verilen bir çikolataya, şekere, kitaba sevinen, sevilen ve severken kırıp dökmekten korkan.

Oysa insan yaşattığı kadar yaşamıştır ve bir ihtiyaç sahibine, ihtiyara, fakire fukaraya, zorda kalana el uzattıkça, şu dünyada var olmuştur. 

Hele de şu sosyal medya icat olunduğundan beri, insanların içinde birbirinden beter, birbirinden vahşi, gözünü kan bürümüş yaratıklar çıkmaya başladı. Önlerine geleni linç ediyorlar, engellilerin, ihtiyarların, çoluk çocuğun fotoğraflarını, videolarını paylaşıp, onlarla dalga geçiyorlar. Gün geçmiyor ki, bir sanatçı, bir politikacı, edebiyatçı, akademisyen ve onların aileleri linç edilmesin. Kepazelik üstüne kepazelik, rezillik üstüne rezillik. Kamerayı görünce soyununlar, çocuklarını oynatıp, para kazananlar, mekânlarına gelen müşterilerine yapmadıkları şaklabanlık kalmayan esnaf, şiddet görüntüleri, dövülen, sövülen, kovulan sokak hayvanları, öldürülen kadınlar, tacize uğrayan çocuklar, paylaşılan gizli videolar, et pazarı, çürümüşlük görüntüleri...

Bilmiyorum, bize ne oldu böyle ama sanırım, Bilinç'in Bi'si öldü, geriye sadece Linç kaldı!

O günler geçip gitse de, etrafımızda sayısız kötülükler ve çirkinlikler yaşansa da, sizler onlara benzemeyin. Çünkü dünyanın iyi ve güzel insanlara, yani, sizlere ihtiyacı var. 

Ve siz siz olun, lütfen, yanınızda hep iki mendil bulundurun. Mutlaka bir gün sizin de karşınıza, burnunu ya da gözünü sileceğiniz biri çıkar. Kimbilir?

***

Özünüze rast gelesiniz.

Sevgiyle...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve dorukmedya.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

19
Eylül
27
Ağustos
30
Mayıs
10
Mayıs
26
Mart
09
Şubat
28
Ağustos
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
aohbet islami sohbetler omegle tv türk sohbet cinsel sohbet dini chat etanj armatür juul iqos iluma kuşadası escort çorlu escort izmir escort çerkezköy escort çeşme escort kayseri escort konya escort gaziantep escort fethiye escort bodrum escort