
Bazı acılar, insanın yüreğinde kendini göstermeye devam eder. Bazı felaketler, sadece geçmişin değil, geleceğin de karanlığı olur.
Takvim 6 Şubat 2023...Saat 04.17'yi gösterirken
Bir ülkenin kalbi durdu. Gecenin sessizliği, çığlıkların ve çöküntülerin sesleriyle bıçak misali kesildi. Ve sonra… Sessizlik... Ölümün, umudun ve çaresizliğin sessizliği...
Bir baba, enkazın başında diz çökmüş, elleriyle toprağı kazıyordu. “Dayan” diyordu, “Geliyorum.” Parmakları kan içinde kaldı, ama hissetmiyordu. Acının başka bir dili vardı, dokunmaktan öte, yüreğin en derinine işleyen... Kızının elini tutarak umutsuzluğunu yatıştırmaya çalışan babanın çaresizliğiydi acı...
Bir çocuk, karanlığın içinde sıkışmış halde bekliyordu, üşüyordu. Ama annesinin sesi hâlâ kulaklarındaydı. “Korkma” demişti annesi, “Sana bir şey olmayacak.” Ama ne zaman çıkacaklardı buradan? Zaman durmuştu, saatler birbirine karışmıştı. Enkazın fısıltıları, bir bekleyişin yankısıydı.
Deprem, doğanın kaçınılmaz gerçeğidir ama ölüm, ihmallerimiz sonucudur. Binalar öldürmez, ihmaller öldürür. Bir daha aynı hataya düşersek, sadece binalar değil, insanlığımız da yıkılacak. Tıpkı bu depremde sadece insanların değil insanlığın da ölmüş olması gibi...
Umut duygusunun önemini bu zamanlarda anladık belki de. Bir el enkazın altından uzandığında, bir çocuğun gözleri ışıldadığında, bir kalp atışı hissettiğinde... Umut, en sağlam binadır ve bizler onu inşa etmek zorundayız.
Unutmayın ki o gece sadece insanlar o enkazın altında kalmadı. Güvenimiz, hayallerimiz, yarınlarımız, anılarımız, yarım kalmış hayatlar kaldı...
Deprem sadece şehirleri yıkmadı, bizim içimizdeki güveni de paramparça etti. Ve geriye tek bir soru kaldı. Onca insan ağlarken, binalar gibi yıkılırken, donarken, açken, canından olmuşken gerçekten bu zelzele bitmiş miydi?